Güney Kore Gezisi: Jeju I



Jeju benim planımda tamamen deniz,kum, güneş ve mutluluk olarak geçiyordu aslında. Tatilin içinde tatil gibi bir durum söz konusuydu. Tabi birkaç yere de gideriz demiştik; ama geneli böyle geçsin dedim. Her guesthouse'da olduğu gibi burada da kalacağımız yer önceden mail göndermişti ve havaalanından ve diğer kısımlardan oraya nasıl ulaşırız bunları yazmıştı. Bavullarla taksiye bindik ve tarife göre indik. Bizim kalacağımız yer Jeju City Hall'de idi.

You&I Guesthouse benim için tam bir yuvaydı. Burada oda 6 kişilikti. Ama biz maksimum 4 kişi olduk. Ayrıca her odanın içinde kendisine ait tuvaletinin ve banyosunun bulunduğu bir kısım var. Yani 20 kişiyle aynı yeri kullanmıyorsunuz. En alt katta mutfak ve ortak alanın bulunduğu bir kısım var. Burası oldukça geniş ve büyük bir yer. Herkes rahatça oturup kahvaltısını ya da yemeğini yiyebiliyordu. Ayrıca duvarlarda yer alan çizimler de göz dolduruyordu. Burada bilgisayarlar, kitaplar, oyunlar, televizyon hepsi mevcuttu. Biz bir gün yağmurdan dolayı gezemeyince kartlarla pişti oynamıştık. Kahvaltısında yumurta, meyve suyu, çay, kahve, tost ekmeği, reçel ve fıstık ezmesi vardı. Gayet güzeldi yani. Ayrıca Nanta Show'da  %20 indirim şansı da veriyordu burası. Turistler için haritalar ve bilgilendirme broşürleri ücretsiz veriliyordu.  Konumu oldukça iyiydi. Hemen ön sokağı ana caddeydi ve  arka sokağı da akşamları gençlerin doldurduğu mekanlarla doluydu. "Yine mikemmel bir seçim!" dediydim kendime.


Ayrıca buraya gelmeden önce Busan'daki hostelde tanıştığımız, bize buradaki sahiller ve otobüsler hakkında bilgi veren çok tatlı birisiyle tanıştık. Kendisi Jeju'da İngilizce öğretmenliği yapıyormuş. Busan'a da Salsa Festivali için gelmiş. Bir mekanda yapılan özel bir şeymiş. O an içimden dedim ki "Sen nasıl da tatlışsın! Darısı başıma!" Çıkarttı çantasından Jeju haritasını, anlatarak işaretledi yerleri otobüslerden de bahsetti. Kartvizitini de verdi. "Herhangi bir durum olursa mutlaka bana buradan ulaşın." diyerekten. Güzel dostluklar kazanıyorsunuz ve bu büyük bir mutluluk.

İlk gideceğimiz sahil tabi ki Hyeopje Sahili oldu. Burası tertemiz, turkuaz rengi, ılık bir suyu olan ve suyun giderek geri çekildiği bir sahil. Biz tabi geri çekildiğini gidince öğrendik. Bu arada Jeju'da her şey pahalı. Tabi tatil beldesi olduğu için ve popüler olduğu için bu kaçınılmazdı aslında. Sahilde şilteye ve şemsiyeye 15.000 Won verdik. Tabi ki değiyor bu ücrete. Tam karşınızda da Hallasan var. Bembeyaz da bir kum. Daha ne olsun?

 Gelelim benim bu günde yaşadığım olaylara... İlki sahildeki duş macerası oldu. Denizde keyfimi yapmışım dedim duş da alayım öyle geçelim kalacağımız yere. Busan'da duş ücretsizdi. Burada 2000 Won duş, 3000 Won'da  havluydu. Ben sadece duş ücreti verdim. İçeri girmemle çıkmam bir oldu! Bildiğimiz çıplaklar kampı. Ben şok! Merve'ye geri dönüp korkulu gözlerle baktım. Hemen kafamdan suyu tutup gözlerim yarı açık yarı kapalı dışarı çıktım. Merve tabi gülme krizine girdi beni öyle korkmuş görünce. Hatta yanda bir çocuk vardı o bile güldü yani. Saygılarımı sundum ona da sonra koşa koşa uzaklaştım. Neyse sonra akşam oldu. Benim gözler hem denizden hem de hava değişiminden çok kurumuştu. Lensi takmadım bu yüzden. Dışarıya çıktık bir şeyler de yaparız dedik. Lens yokken tabi ben göremiyorum. Yazıların da çoğu Korece bu yüzden benim okumam gerekiyor neymiş diye. Bir yerde durduk afişe bakıyorum neler var diye. Ama baya dibine dibine girdim iyice odaklandım. Bir anda bir şeyin üzerime üzerime geldiğini fark ettim. Ama bir şey koşuyor yani belli. Bizim buradan da çok alıştığım için dedim "Kesin köpek var. Üzerime koşuyor atlayacak şimdi!" Bunlar tabi saniyelik düşünceler. Ama benim elim ayağım kendini saldı, titredim o an. Kendimi bir geri çekişim vardı ki! Rezalet... Meğer adam oranın broşürlerini dağıtıyormuş. Biz bakarken de bizi görmüş, saygıdan da eğilmiş öyle geliyormuş. Adam tabi benim o tepkime şaştı kaldı. Arkadan da bir kahkaha sesi Merve'den. Korkan benim; ama adama öyle bir tepki gösterdiğim için de özür diliyorum bir yandan. O kadar korktum ki adamla konuşamıyorum. Hatta adama ddeokbokki var mı diye sorduğumda var dedi. Sonra ben Türkçe olarak var mı diye bir daha sordum. Durum o derece vahim. Merve'ye dedim burada var bir keramet demek ki hadi girelim buraya.
O meşhur afiş

İyi ki de girmişiz. Aslında her yerde şubesi olan bir yermiş. 포차어게인 (Pochaagain) İçerisi sanki dışarısıymış ve yağmurlu bir hava varmış gibi tasarlanmış. Arkadaşlarınızla oturup bir şeyler içmek için veya yağmur yağdığı zaman içeride geçirdiğiniz zaman, yaptığınız sohbetler daha farklı hissiyat verir ya o havayı her zaman yaşatmak istemişler ve böyle bir konsept hazırlamışlar. İçerisi çok güzeldi. Yağmur havası, sokak lambaları, tabelalar ve hatta bazı zamanlarda ses ve ışık efekti de yapıyorlar. Adam oradaki elemanların başıymış. Zaten mimlendik bir kere. Bir de yukarı çıktı, "Aha tam oldu şimdi!" dedim. Biz tabi hala gülüyoruz. Resmen lanetli bir gün geçiriyordum. Bizde rezillikler böyle sınırlı kalır mı? Tabi ki hayır.  Neyse masaya küçük bir ocak geldi, tava geldi bir de küçük kaselerde bir şeyler geldi. Ama biz çok dikkat etmedik. Dedik herhalde ramen falan alırsak diyedir. "Ben bugün bu kadar korku yaşadım bak şu kasedeki neymiş." dedim Merve'ye. Bu çubukların ucunu batırdı hafiften tadına baktı. "Bu ne beee un buuu!" dedi. Ben ne alaka diye düşünüyorum bir yandan. Hani o an onun Kimchi Pankek olduğunu idrak edemiyorum. Çünkü hala şoktayım. Demek ki bunlar da bizim masayı gözlüyorlarmış. Çocuğun teki geldi, ocağı yaktı, yağı döküp o karışımı da döktü. Bizim jeton anca indi. "Böyle pişireceksiniz." dedi ve uzaklaştı. Duble rezillik. Ama tabi biz yine gülme krizlerindeyiz. Artık çalışanların hepsi bizi tanımıştı haliyle. Ee biz de burayı çok sevdik. İndirim de yapıyorlardı bize. Gittiğimiz 2 seferi de diğer yazıda anlatırım artık.
(İçerisi her seferinde çok dolu olduğu için insanlar rahatsız olur diye fotoğraf makinesiyle çekemedim çok fazla fotoğraf)


Yorumlar